Your
Sorunu sor hemen cevaplansın.
your teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- senin
Örnek Cümle:
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
-Is this your first visit to Japan?
Örnek Cümle:
Bugün senin öğle yemeğin için parayı ben ödeyeceğim.
-I'll pay the money for your lunch today.
- sizin
Örnek Cümle:
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
-Was Ms. Kato your teacher last year?
Örnek Cümle:
Ben dün sizin babanıza rastladım.
-I bumped into your dad yesterday.
- her
- ona
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank lent her 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank loaned her 500 dollars.
- him
- ona
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
-We had no choice but to leave the matter to him.
Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
-I've got nothing to say to him.
- that
- (İnşaat) şu
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
-This is a good book, but that is better.
Bu bir postane, şu ise bir bankadır.
-This is a post office and that is a bank.
- this
- bu
- you
- sen
Seni anlamak gerçekten çok zor.
-Understanding you is really very hard.
Sen olmasaydın, o hâlâ hayatta olacaktı.
-If it hadn't been for you, he would still be alive.
- it
- ona
- our
- bizim
O bizim beyzbol sahamızdır.
-That is our baseball field.
Tazelik bizim önceliğimizdir.
-Freshness is our top priority.
- somebody
- birisi
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
-There's somebody coming up the stairs.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
-Can somebody get that?
- you
- siz
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
-Hello, are you Mr Ogawa?
Siz insanları anlamıyorum.
-I do not understand you.
- somebody
- biri
Biri onu küvette boğmuştu.
-Somebody had drowned her in the bathtub.
Biri bu tabağı kırdı.
-Somebody has broken this dish.
- us
- biz
- someone
- birisi
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
-Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
-She screamed with horror as someone took hold of her arm.
- that
- o
- your honor
- sayın yargıç
İtiraz ediyorum sayın yargıç, bunların hepsi spekülasyon.
-Objection, Your Honor, this is all speculation.
İtiraz ediyorum, sayın yargıç!
-Objection, your honor!
- your betrayal
- senin ihanetin
- your betrayal
- senin aldatman
- your buddy
- (Bilgisayar) arkadaşınız
- your changes
- (Bilgisayar) değişiklikleriniz
- your changes
- (Bilgisayar) değiştirdikleriniz
- your company
- (Bilgisayar) şirketiniz">(Bilgisayar) şirketiniz
- your computer
- (Bilgisayar) bilgisayarınız
- your ears must have been burning
- (deyim) kulaklarını çınlattık
- your home
- eviniz
- your house
- eviniz
- your language
- (Bilgisayar) diliniz">(Bilgisayar) diliniz
- your location
- (Bilgisayar) konumunuz">(Bilgisayar) konumunuz
- your manufacturer
- (Bilgisayar) üreticiniz">(Bilgisayar) üreticiniz
- your name
- (Bilgisayar) adınız
- your rules
- (Bilgisayar) kurallarınız
- your title
- (Bilgisayar) unvanınız
- your unit
- (Bilgisayar) biriminiz">(Bilgisayar) biriminiz
- your version
- (Bilgisayar) sürümünüz
- your honor
- sayın başkan
- Your guess is as good as mine
- Aslında ikimiz de bir şey bilmiyoruz
- Your mother alone will be wail you
- (Atasözü) Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar
- Your presence is requested
- Hazır bulunmanız rica olunur
- your call
- (deyim) Sen karar ver. Sen ne dersen o olsun
- your email
- E-posta
- your genes
- senin genlerin
- your goods must be in a1 condition
- mallarınızın en iyi kalitede olması gerekiyor
- your grace
- Gözünden
- your immediate attention to this matter is appreciated
- gereğinin yapılmasını rica ederiz
- your input is not complete, please check
- girdiniz tamamlanmadı, lütfen kontrol edin
- your mind
- Aklını
- your mother alone will be wail on you
- ağlarsa anam ağlar gerisi yaman ağlar
- your order
- Siparişiniz
- your side
- senin tarafın
Ben aslında hiç senin tarafında değildim.
-I never really was on your side.
Senin tarafında olacağım.
-I'll be at your side.
- your six
- sizin altı
- your sort
- senin sıralama
- your turn
- söz sende
- your type
- senin yazın
- your wish is my command
- dile benden ne dilersen
- your's respectfully
- saygılarımla
- Your Ladyship
- hanımefendileri
- Your Lordship
- lord hazretleri
- Your Majesty
- majesteleri
- Your guess is as good
- Aslında ikimiz de bir şey bilmiyoruz
- Your presence is
- Hazır bulunmanız rica olunur
- Your/His Honor
- Sayın Başkan (belediye başkanı)
- Your/His Honor
- Sayın Yargıç
- your are cute
- sen hoşsun
- your are cute
- tatlısın
- your are shivering
- titriyorsun
- your baggage claim tag, please
- bagaj kartınız lütfen
- your cd key
- (Bilgisayar) cd anahtarınız
- your codepage
- (Bilgisayar) kod sayfanız
- your customs declaration, please
- gümrük deklarasyonunuz lütfen
- your date here
- (Bilgisayar) tarih buraya
- your excellency
- ekselansları
- your favorites
- (Bilgisayar) sık kullanılanlarınız
- your fax number
- (Bilgisayar) faks numaranız
- your full name
- (Bilgisayar) tam adınız
- your highness
- ekselânsları
- your humble servant
- bendeniz
- your id please
- kimliğiniz lütfen
- your insurance doesn't cover such a treatment
- sigortanız bu tür bir tedaviyi karşılamıyor
- your marital status
- medeni durumunuz
- your mobile number
- cep numaranız
- your mobile number
- cep numaran
- your money's worth
- paranın karşılığı
- your money's worth
- paranızın karşılığı
- your new haircut is great
- yeni saç kesiminiz çok güzel
- your nibs
- kulunuz
- your obedient servant
- sadık kulunuz
- your objects
- (Bilgisayar) nesneleriniz">(Bilgisayar) nesneleriniz
- your order #
- (Bilgisayar) sipariş numaranız
- your own tool
- (Bilgisayar) kendi aracınız
- your own tool
- (Bilgisayar) kendi aracım
- your passport please
- pasaportunuz lütfen
- your room number is
- oda numaranız
- your serenity
- zatıâliniz
- your text here
- (Bilgisayar) metninizi yazın
- your text here
- (Bilgisayar) buraya metninizi yazın
- your ticket please
- biletiniz lütfen
- your turn is next
- darısı başına
- your wish is my command
- emriniz olur
- your worship
- zatıâliniz
- your's respectfully
- hürmetlerle
- You can thank your
- {k} Sen olmadığın için talihine şükret!
- you've made your bed, now lie in it
- (deyim) eylemlerinin sonuçlarını kabul etmelisin
- you've made your bed, now lie in it
- (deyim) kendi düşen ağlamaz
- You can thank your lucky star it wasn´t you!
- k. dili Sen olmadığın için talihine şükret!
- You do well to accompany somebody about your age
- (Atasözü) Cahil ile bal yeme, yaşdaş ile taş taşı
- You get good value for your money there
- Orada ödediğin para karşılığında iyi mal alırsın
- you are on your own
- kendi başınasın
Remember if you get cought you are on your own - Unutma eğer yakalanırsan kendi başınasın.
- you can bet your life on
- (Konuşma Dili) kesinlikle emin olabilirsin
- you have no money on your account
- hesabınızda para yok
- that
- bağlaç ki
- his
- onun
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
-His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
-His daughter is eager to go with him anywhere.
- them
- onlara
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
-There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
-It'll be useless to stand against them.
- that
- conj. şu
- me
- bana
- that
- {z} (çoğ. those)
- us
- bizi
- them
- onlar
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
-Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
-Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
- my
- benim
- it
- o
- this
- {s} (çoğ. these) bu
- that
- bu kadar
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
-See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Ver onu. Sahip olduğunun hepsi bu kadar mı?
-Hand it over. That's all you've got?
- ones
- birileri
- my
- (İnşaat) benim N
- his
- eril onun
- that
- (sıfat) öteki
- that
- Keşke
Keşke sigara içmeyi bıraksa.
-I wish that she would stop smoking.
Keşke onunla gidebilseydim.
-I regret that I couldn't go with her.
- that
- (bağlaç) şu, o, ki, diye, için
- her
- o
- him
- o
- him
- kendine
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
-Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
-He said to himself, Will this operation result in success?
- saving your presence
- hâşa huzurdan
- something
- birşey
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
-I have to help Tom do something tomorrow morning.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
-Tom never opens his mouth without complaining about something.
- their
- onların
Onların konuşmaları devam etti.
-Their conversation went on.
Onların erkek çocuğunun adı John.
-Their son's name is John.
- this
- böylesine
Böyle bir yerde böylesine güzel bir yer bulacağımı asla beklemiyordum.
-I never expected to find such a nice hotel in a place like this.
Böylesine loş bir odada çalışmak imkansızdır.
-It's impossible to work in a room this dim.
- her
- onun
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-He promised to meet her at the coffee shop.
Onun görünümünü çekici bulurum.
-I find her appearance attractive.
- US
- amerika
- me
- aman!
- this
- bu kadar
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
-Never be this late again.
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
-Hearing this song after so long really brings back the old times.
- enjoy your meal!
- afiyet olsun!
- that
- {s} öteki
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
-This car has a better performance than that one.
- none of your concern
- (Atasözü) Seni ilgilendirmez! Seni alakadar etmez!
- pull your finger out
- (Ev ile ilgili) Sıkı çalış
- put your something in order
- Birşeye çeki düzen vermek, düzene sokmak
- wear your heart on your sleeve
- (Ev ile ilgili) Duygularını belli etmek
- Have it your way
- Nasıl istersen öyle yap!
- her
- dişil onun
- her
- onu
Aşk onu rüyalarında görmektir.
-Love is seeing her in your dreams.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
-I don't know whether you like her or not.
- her
- {z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
- her
- ondan
O ondan daha akıllıdır.
-He's smarter than her.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
-You are taller than her.
- her
- kendisi
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
-Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Kendisini ateşle ısıttı.
-She warmed herself by the fire.
- her
- kendine
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
-Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
-The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
- her
- dişil onu
- him
- onu
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-He promised to meet him at the coffee shop.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
-As long as you are with him, you can't be happy.
- him
- kendi
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
-He gathered his children around him.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
-He said NO to himself. He said YES aloud.
- mind your own business
- kendi işine bak
- my
- vay!
- my
- {z} benim. ünlem O, ...! (Hayret belirtmek için kullanılır.): My, my, how nice you look! O, bu ne güzellik böyle!
- none of your business
- seni ilgilendirmez
- somebody
- bir kimse
- something
- biraz
Tom Mary'den yiyecek bir şey alabilmesi için biraz para istedi.
-Tom asked Mary for some money so he could buy something to eat.
O, oryantal sanatında birazcık uzmandır.
-He is something of an expert on oriental art.
- that
- diye
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
-She makes sure that her family eats a balanced diet.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
-She is on a diet for fear that she will put on weight.
- that
- için
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
-He only paid ten dollars for that shirt.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
-That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
- that
- böyle
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
-I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
-How dare you speak to me like that?
- that
- {z} o, şu: Did you see that? Onu gördün mü? This is a verbena and that's a lantana. Bu mineçiçeği, o da ağaçminesi. After That cat has been up to O kedi yine marifetini göstermiş
- them
- onları
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
-They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
-All of them are just here to pick up girls.
- you
- sana
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
-I will teach you to play chess.
Sana küçük bir şey getirdim.
-I brought you a little something.
- your turn
- (Bilgisayar) sizin sıranız
- yours
- sizlerinki
- his
- zam onunki
- my
- vay be
- my
- ünl
- my
- Aman! Olur şey değil Hayret!
- my
- vay canına!
- my
- million years
- my
- vay be!
- my
- hayret
- something
- {i} önemli bir şey
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
-I want to tell you something important.
Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
-Tom wanted to tell Mary something important.
- something
- falan
Öğle yemeğin için bir sandviç falan hazırlayacağım.
-I'll fix a sandwich or something for your lunch.
Aptal ya da falan olduğumu düşünüyor musun?
-Do you think I'm stupid or something?
- that
- O that
- that
- in that mademki
- us
- amerika birleşik devletleri
- something
- bir parça şey
- Hold your horses
- {k} Dur!/Bekle!
- call off your dogs
- Başka bir kişiyi eleştirmeye veya onunla uğraşmaya son vermek
All right, you win, you can call off the dogs now - Tamam sen kazandın benimle uğraşmayı bırak artık.
- cat got your tongue?
- (deyim) neden konuşmuyorsun?
- cat got your tongue?
- (deyim) dilini mi yuttun?
- did your ears burn?
- kulaklarınız çınladı mı?
- don't give me any of your lip!
- (deyim) bana cevap verme!
- enjoy your new...
- hayırlı olsun
- enjoy your trip!
- iyi yolculuklar!
- for your own good
- iyiliğin için
- get your brain in gear
- (deyim) kafanı topla
- her
- kendi
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
-This is a picture of her own painting.
Yumi oraya kendi gitti.
-Yumi went there by herself.
- his
- eril onunki
- how is your life going
- hayat nasıl gidiyor
- how was your day
- günün nasıl geçti
- how was your day
- günün nasıldı
- it
- cinsel ilişki
- it
- ebe (oyunlarda)
- it
- ebe (oyunda)
- it
- (Bilgisayar) bilişim
- keep it under your hat
- aramızda kalsın
- keep your fingers crossed for me
- (deyim) bana şans dile
- managing your money
- (Bilgisayar) para yönetimi
- not on your nelly
- (Argo) nah, babayı almak
- not on your nelly
- (deyim) rüyanda görürsün
- on your own
- (Askeri) müstakil olarak
- on your own
- (Askeri) kendi başınıza
Böyle kendi başınıza gitmenizden hoşlanmıyorum.
-I don't like you going off on your own like this.
Şimdi kendi başınızasınız.
-You're on your own now.
- on your own
- (Askeri) kendi hesabınıza
- put that in your pipe and smoke it!
- (deyim) durum bu işine gelirse!
- save your money
- paranı biriktir
save your money while you're young - gençken paranı biriktir.
- saving your presence
- haşa huzurdan
- saving your presence
- sözüm yabana
- slap the taste out of your mouth
- (Ev ile ilgili) kafanı kırarım
- slap the taste out of your mouth
- (Ev ile ilgili) ağzını yırtarım
- take something in your stride
- (Ev ile ilgili) Bir problemle ya da zorlukla sakin bir şekilde baş etmek ve yaptığın şeyi etkilemesine izin vermemek
- thanks for your help
- yardımın için teşekkürler
- this
- (Bilgisayar) belirtilen">(Bilgisayar) belirtilen
- wait your turn
- sıranı bekle
- whatever floats your boat
- (deyim) kendini nasıl mutlu hissediyorsan
İlgili Terimler
your teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- HER
- (Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
- HER
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
- His
- (Osmanlı Dönemi) RUH
- His
- (Osmanlı Dönemi) VAKŞ
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Arslan yatağı
- his
- Duyu. Sezgi, sezme
- his
- Duygu
- his
- Duyu
- his
- Duygu: "Birisi duygularına, hislerine kulak verir, öteki hile ve desise seslerine ..."- B. Felek
- his
- Sezgi, sezme
- it
- Terbiyesiz kimse
- it
- Köpek
- me
- Göz
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Meşelik
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Deveye ârız olan susuzluk hastalığı
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Kürtçede: Temel, esas
- Yer
- (Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
- Yer
- (Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
- Yer
- (Osmanlı Dönemi) RİMM
- Yer
- (Hukuk) MAHAL
- Yer
- nokta
- Yer
- yan
- her
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir
- him
- Bina temeli
- him
- Eskiden, Bingazi ve Trablusgarp'tan alınan bir çeşit vergi
- him
- Derinlemesine eşilen ve duvar örülen çukur
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse: "Babaları da zaten itin biri."- H. Taner
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse
- it
- Köpek: "İt ürür, kervan yürür."- Atasözü
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses: "Kara koyun kuzular kuzulamaz / Me deme."- F. H. Dağlarca
- me
- Evrenin tasarlandığı gibi işlemesini sağlayan kutsal kurallar ve düzenlemeler
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses
- me
- Türk alfabesinin on altıncı harfinin adı, okunuşu
- me
- Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek
- sb
- Antimon elementinin simgesi
- yer
- (Osmanlı Dönemi) mekân
İlgili Terimler
your teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- An determiner that conveys familiarity and mutual knowledge of the modified noun
Örnek Cümle:
Not Your Average Travel Guide.
- Belonging to you; of you; related to you (plural; more owners)
- Belonging to you; of you; related to you (singular; one owner)
Örnek Cümle:
Is this your cat?.
- belonging to or relating to you
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.